30 Nisan 2011 Cumartesi

Anna Karenina

    Dün gece Anna Karenina yı izledim. Çok güzeldi fakat eminim ki kitabı daha güzeldir. Bol detaylı bir konusu var ama genelde kitap çevirilerinde olduğu gibi yüzeysel geçişler çoktu, o boşluğu farkederek seyrediyorsun. Mesela aynı durum Alacakaranlık serisinin kitapları ve filmleri arasında da belirgin şekilde var. Çok acı bir şekilde bitiyordu film ve nasihatlarla doluydu gizliden değil alenen. Zaten Tolstoy'un, bu kitabı kendisinden yaşça küçük olan eşine ithafen, ömrünün son yıllarında yazdığı eleştirmenler tarafından ortaya atılmış ve üzerinde durulmuş bir konu. Tolstoy, dev yazar; bir blogda yaşadığı evin fotoğraflarını görmüştüm, mükemmeldi. Film de ki yaşadıkları yerler de çok etkileyiciydi. İzlemek ve okumak lazım!


28 Nisan 2011 Perşembe

Annelik Evresi

Ne garip şey annelik...
      Bir evrede annelik evresi olmalı. Bir kere başlayan ve hiç bitmeyen …insanın ömrüyle beraber giden…başlayıp da bir daha bitmeyecek olan sorumluluklar…ve sadakat. demek istediğim çocuğum beni böyle yordu, sabaha kadar uyutmadı, dinlemiyor, üzüyor, üstünü değiştirtmiyor, her şeye karşı geliyor, inat ediyor, bir bardak çayı sıcak sıcak içirmiyor, bir öğün  yemek de masadan onbeş kere kalkılıyor, arkadaş toplantıları seyrekleşiyor seyrekleşmeyense merhaba ile hoşça kal arasında  otuz dakika ile sonlanıyor, bilgisayar başına oturulamıyor, ele kitap alınamıyor, banyoda kapı gümgüm gümlüyor, bazı önemli önemsiz işleri yapmak için onun uyuduğu yahut da beş dakika, daha fazla değil, oyuncaklarıyla ilgilendiği vakitleri gözlüyorsun sonra koştur koştur mekik doku evin içerisinde ve normalin üzerinde bir güç yüklendiğini görüyosun…ve görüyosun ki zaman kıymetli… zaman hazine velhasılı demek istediğim bunlar değil. Demek istediğim o aradaki bağ. Mesela kazara düştüğün Kızılay da beş dakika oyalanamayacak kadar seni görünmez iplerle hızla çocuğuna doğru çeken şey, kendin yemeyip ona yedirmek, kendine değil önce ona almak daha da önemlisi gözlerini görmeden yapamamak,  seni taklit eden, gözleyen, gözlemleyen biri olduğunu her an aklından çıkartmadan dört dörtlük yapmaya çalışmak , yanındayken bile özlemek, off bir uyusa deyipte uyuduğunda uyanmasını gözlemek, nasıl da büyüdüğünü anlayamamak, bunu ancak ayağına olmayan ayakkabılardan fark etmek, fakat cümlelerinin nasıl da  büyüdüğünü fark etmek, seyretmek seyretmek  ve seyretmek ama yine de doyamamak, her an değişen ifadelerini hayretle ve tebessümle izlemek, aşık olmak evet ben bu son üç günde iyice aşık oldum kızıma…
Not: Geçenler de bir kitapta okumuştum; çocuğunuzda beğenmediğiniz bir davranış mı görüyorsunuz gidin aynaya bakın yine mi göremediniz o halde gidin tekrar aynaya bakın!...



24 Nisan 2011 Pazar

Anlatmak için yaşamak

     "İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır". diye başlıyor Gabrıel Garcıa Marquez, hayatını en ince ayrıntısına kadar anlattığı Anlatmak İçin Yaşamak kitabında. Aslında anlattığı kendi hayat hikayesi ama sende gidiyosun kendi hikayelerine ve ben bundan ötürüde dahi diyorum bu yazarlara- herkesin yaşadığı bir hayat aslında ama böyle güzel kağıda dökebildikleri, seni böyle geçmişten geleceğe bir oraya bir buraya savurabildikleri, içindeki denizi böyle çalkalayabildikleri ve bende yazmak istiyorum diye gıpta ettirdikleri için-.
    "İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır". Bu nasıl bir cümledir böyle, ne kadar yerinde, ne kadar doğru. Ben de anlatmak isterim hep...hatta yaşadığım anı yaşamayı bırakıp bunu mutlaka anlatmalıyım  dercesine. Geriye kalsın ve anlamı olsun yaşadığının diye... Hatırlamak evet hep hatırlamak kalır geriye ve genelde hep mutlu, huzurlu anlardan ziyade huysuz, huzursuz, sıkıntılı anlar. Zaten insan sıkıntılarını anlatmaya bayılırda mutluluklarında oldukça cimri davranır.
    Ve çocukluk... çocukluk der geçeriz de...en bildiğimiz ifade aslında, bazende çok uzak,yabancı. En bildiğimiz ifade olması o tanıdık yoldan geçmiş olmamız, ama geçip gitmiş değiliz, sırtlamış götürürüz her yere. Bu nedenle biz geçtikte geçecek olanlarada iyi hatıralar bırakmaları için yol açmalıyız. Evet yol açmalıyız. Çünki bazen onlara iyi önderlik etsekte kimi zaman bir taş olup devirmekteyiz.
    Aslında bu cümlelere Marquez' in şu satırlarından geldim. Okuyalım bir çocuğun algısını, hayal dünyasını. Zira benim çok dikkatimi çekiyor.
     " Kendimi bildim bileli Mina'nın beni sabahları diş fırçalamaya zorlamasının işkencesini çektim. Ben böyle kıvranırken o dişlerini uyumadan önce çıkartıp temizlenmeleri için bir bardak suya bırakmak gibibir ayrıcalığın keyfini sürerdi. Bunun onun doğal dişleri olduğunu sanır, onları Guajira büyüleri sayesinde takıp çıkarabildiğine inanırdım. Bir keresinde gözlerinin, beyninin, dilinin ve kulaklarının tersini görebilmek için bana dişsiz ağzının içini göstermesini istedim, ama yalnızca damağını görebilince hayal kırıklığına uğradım. Kimse bana bu diş mucizesini açıklamadığı için uzunca bir süre beni de diş hekimine götürerek böyle takıp çıkabilen dişler yaptırmaları için huysuzluk ettim;ben sokakta oynarken, ninem dişlerimi fırçalayabilecekti böylece".
    Teşekkürler Marquez bana düşündürdüklerin ve kattıkların için....

Sırrı olmayan bir şeyin çekiciliği de yoktur

İstanbul;
 Freud' un fantezi kentine tek örnek.
          Dostluklar, deniz manzaralı sohbetler.
    Nasıl görkemlisin İstanbul: tarih ile dolu geçmişine, gelip geçen ziyaretçilerine mi borçlusun bu görkemini bu gücünü? Başını çevirdiğin her nokta esir alıyor seni seyredalıyorsun her bir karesini.
    Boşuna yazılmamış bu kadar şiir, şarkı, roman sana. daha ne methiyeler yazdırırsın hayranlarına.
   Günün yüklerinden kurtulmak için ya da günün yüklerine hazırlanmak için denize karşı bir soluklanmak, umutlanmak ne güzel olur yaşayan için.Güzelliğini görmek ve güzel düşünmek için..........