29 Nisan 2013 Pazartesi

Amigurumi

Amigurumiaşkına da güzel bir etkinlik var. İlgilenenler tık tık 



İki gündür komşuluk ilişkilerime yüklendim:)

28 Nisan 2013 Pazar

Ressam Hikmet Çetinkaya

Gelinciklerin Sanatçısı

     Bahsetmek istediğim benim kişisel resim tarihimde önemli bir yer tutan Ressam Hikmet Çetinkaya. İlk tanışmam üniversite ikinci sınıfta bir sergi kataloğu sayesindeydi. O katalog halen arşivimde durur. İlham kaynağım oldu, esin perilerim onunla geldi. Çok severim resimlerini; sadece gelinciklerini değil doğasını... Gelinciklerin karakterine karakter katmıştır, yüceltmiştir yerden gökyüzüne doğru, kırmızılar daha kırmızı yeşiller daha yeşildir bakanı çeker içine gelincik olası gelir. Picasso'da demiştirya " Resim evleri dekore etmek için yapılmaz. O bir savaş aracıdır". Çetinkaya da kendi savaşını vermiştir.
 
    Hani ressamların kaderidir ya öldükten sonra anlaşılır, sanatları ve değerleri. Fakat Çetinkaya yaşarkende sanatını yaşamış ve yaşatmıştır. Tebrikler Çetinkaya ve teşekkürler sanatını sanata kattığın için.
 

 
 



 

Picasso

      "... Resim evleri dekore etmek için yapılmaz. O bir savaş aracıdır". der Picasso.


Guernica-Pablo Picasso


       Ve Picasso'nun en tanınmış eseri Alman ordularının Guernica kasabasını bombalamasını anlatan Guernica adlı bu eseridir. Resim 1937'de yapılmıştır. Bu resim şu anda Madrid'de Reina Sofía Müzesinde bulunmaktadır. Picasso, bir sergisi sırasında kendisine, "Bu resmi siz mi yaptınız" diye soran bir Alman generaline, "Hayır, siz yaptınız" cevabını vermiştir. Bu resim Picasso'nun savaşa ve Guernica'nın bombalanmasına karşı duyduğu güçlü nefreti anlatmaktadır. Resimdeki insan ve hayvan figürleri acı, hüzün ve savaşa karşı duyulan nefreti yansıtmaktadır.

Günün sözü

           "Sağduyu herşeyin kraliçesidir".

Ah Marilyn ahh

Arthur Miller&Marilyn Monroe
 






     Marilyn in popülaritesini biliriz fakat buna Miller katkısını fazlaca bilmeyiz sanırım. Dahiler ve Aşkları kitabında bu katkıdan fazlaca söz edilir;
 
   "İnsanı şoka uğratan ve hayatının yönünü değiştiren küçük ayrıntılar vardır. Bunlar, sadece o insanı değil, tüm bir çağı, tüm toplumları bile etkileyebilir. Harlem'de oturan sekiz yaşındaki bir çocuğun tesadüfen bir tiyatro salonuna girmesi ve perde açılınca 'canlı insanlar'ın sahneye çıktığına, bir çeşit sinemayı anında, gözlerinn önünde oynadıklarına tanık olması, Arthur Miller diye bir oyun yazarının doğmasına neden olacaktı.
    Norma, yani daha sonraki adıyla Marilyn Monroe, babasının kim olduğunu hayatı boyunca asla öğrenemedi. Anneannesi ve annesi hayatlarının bir bölümünü akıl hastanesinde geçirmişler, dayısı ise bir iş hanının on beşinci katından atlayarak intihar etmişti. Zaten Norma iki hafta annesinin yanında kalabilmiş, iki haftalıkken ilk koruyucu ailenin himayesine girmişti. 16 yaşında ilk evliliğini yapana kadar da toplam on iki ayrı koruyucu ailenin bakımında kalacaktı küçük Norma.
Marilyn Monroe hayatı boyunca eğlendi. Ama hayatı boyunca, yaşadığı acı dolu çocukluğuda unutmadı.
    Derken Elia Kazan'ın stüdyosunda, ikisi de kendi alanlarıda dorukta olan bu iki ismin, Marilyn Monroe ve Arthur Miller'in yolları kesişir. Ardından bir parti verir Kazan. Partinin en önemli iki daetlisinin , yani hayatın gizemini çözecek kadar çok şey yaşayan Monroe ile kendi deyimiyle "çok şey yaşayan ama hayat karşısında tecrübe kazanamayan" Miller'in ayakları yerden kesilmiştir. Ardından Brookyn'e gider Miller. Marilyn kısa ve oldukça dikkatli bir biçimde kaleme aldığı mektuplar gönderir ona. Evinin duvarına Miller'in resmini astığından kimsenin haberi yoktur daha. "İnsanların çoğu babalarına hayranlık duyar, ama ben böyle biriyle hiç karşılaşmadım. Hayran olacağım bir insana ihtiyacım var" der bir mektubunda Marilyn. Miller ise ukala bir öğretmen edası takınır; "Eğer gerçekten hayranlık duyacağınn birine ihtiyacın varsa, bu neden Abraham Lincoln olmasın?"
    Bu cevap, Arthur Miller'ın takındığı ukala öğretmen tavrının ters tepmesinden başka bir şey değildi. urulan kendisiydi. Marilyn'e vurulan.
    Yüzyılın Düğünü diye adlandırılan gün gelip çattığında ikisi de mutluydu elbette. Ama bu mutluluk bir ömür boyu sürecek miydi? Dünyanın en büyük beyinlerinden biri sarışın bir afetle; dünyanın en büyük afetlerinden biri, hayat boyu hayranlık duyacağına emin olduğu, idolleştirdiği (belki baba özlemini de onun üzerinde somutlaştırdığı) büyük bir yazarla evleniyordu.
İki ünlü insan gibi yaşamayı da, her şeyden sıyrılıp sıradan bir karı koca gibi yaşamayı da, denediler. Miller'ın evlilik yüzüğünün içine  "Şimdi, sonsuzdur" sözü, sonsuzluğun bir an'aindirgenemeyeceği gerçeğini değiştirememişti. Monroe'nin düğün fotoğraflarından birinin arkasına yazdığı "Umut,umut,umut" sözü ise, bir kadının sezgilerinin ne denli isabetli olabileceğinin kanıtıydı aslında. Düğün, bir kadın için umutlarının gerçekleştiği an değil midir? Marilyn için, umutlarının başladığı an'dı. Ve umutlarının yıkılması ihtimali her zaman vardı.
    Fırtınalı başlayan ve inişli çıkışlı devam eden bu aşk, 11 Kasım 1961'de boşanmayla sonuçlandı. Miller kısa süre sonra yeniden evlendi. Marilyn ise, çekimlerine başlanan 30. filminin stüdyosuna uzun süre gitmeyince işinden oldu. "Benim için bir gelecek olduğunu biliyorum ama ben onu bekleyemem" diyen Marilyn, 5 Ağustos 1962'de insanları bir yana bırakıp Tanrı'ya doğru yola çıktı."

Ah Marilyn ahh.
Yaşasaydın kimbilir nasıl olurdu? 

25 Nisan 2013 Perşembe

Ordan Burdan

     Duru için peçeteyle süslediğim konserve kutuları. Kalemlik oldular işe yaradılar. Geri dönüşüm projesi olarak da çocukların zevkle yapacağı bir çalışma. 
&
Konserve kutusu
Peçete
Peçete Tutkalı
Fırça
 
 

An fotoğrafları

    Duru'nun doğumundan beri tuttuğum bir defteri var. Önemli anlarını, bana tebessüm ettiren detayların yer aldığı, her yıl doğum günününde annesi ve babası olarak paylaşımlarımızı yazdığımız hatta kutlamada bulunanlar var ise onlarında ellerinde gezdirdiğimiz, düşüncelerini aktardıkları bir defter. Bunu ne için mi yapıyorum kendim için (kendi çocukluğuma bir öykünme) ve duru ilerde okusun diye. Ben severim böyle şeyleri kızım da sever mi bilmiyorum!
    Benim elimde çocukluğumdan kalan sadece dört fotoğraf var. Döner durur onlara bakarım, ne göreceksem diye:) O da babamın arkadaşından getirip aynı gün aynı anlarda çekilmiş fotoğraflar. Kızlarımın ki öyle olmasın koca bir arşiv kalsın istiyorum ellerinde. Fotoğraflar, defterler, bir blog ve daha üç yaşında kreşinden başlayan dökümanlar.

                             
                                                                   1 yaş doğumgünü



                                                                  2 yaş kayıplarda:)


                                                           3 yaş da arşivde kaybulmuş:)


                                                                            4 yaş


                                                                            5 yaş

                                                Nice yıllar birlikte kutlamak dileğiyle...


"Grip" dediğin

     Çoğu zaman grip değilmi işte der geçeriz, hastalıktan bile saymayız ama gerçekten güçlü, bünyeyi sarsan bir hastalık. Her sene iki kere, bir kış girerken bir de yaz gelirken olurum muhakkak hatta yaz gelirken beklerim nezaman kapımı çalacak diye. Birde evde çocuklar olunca onları koruma derdi. Üç gündür maskeyle dolaşıyorum. Bulaşıcı olması da ayrı bir dert yani.
      Ihlamur, nane-limon çayı tavsiyelerinde bulunanlar; ben henüz bir faydasını görmedim yada başlayacağı hissedildiği anda bir önlem olarak faydalımı ondan da emin değilim.
      Daha akademik bir dille grip;

      Grip, influenza veya enflüanza, viral bir hastalıktır. Sağlıklı insanlarda ortalama bir haftada geçmesine rağmen; vücut direncini düşüren kronik hastalığı olan kişilerde (şeker, kalp-akciğer hastalıkları, AIDS vb.) ve yaşlılarda pnömoni (zatürre), meningoensefalit (beyin iltihabı), miyokardit (kalp kası iltihabı) gibi ölümle sonuçlanabilecek hastalıklara yol açabilir. Bu tür risk grubundaki kişilere "yüksek risk grubundaki kişiler" denir.
Grip virüsü Orthomyxoviridae familyasına mensup örtülü bir RNA virüsüdür. Virüsteki nükleik asit 8 tane negatif anlamlı RNA'dan oluşur. RNA'nın kopyalanmasında hata oranı yüksek olduğu için, virüs genomu sürekli değişim halindedir. Ayrıca, aynı hücreyi birden fazla virüsün enfekte etmesi durumunda viral RNA parçaları birbirleriyle karışıp yeni genetik kombinezonlar oluşturabilirler. Bu nedenlerden dolayı vücudun bir grip türüne karşı kazandığı bağışıklık ertesi yıl ortaya çıkan yeni bir salgına karşı genelde etkisiz olur.

Tedavi ve korunma

Grip, virüs enfeksiyonu olduğu için tedavisi yoktur. Antibiyotikler tedaviye yaramazlar, çünkü antibiyotikler yalnızca bakterilere etki ederler. Yaklaşık bir hafta içinde hastalık kendiliğinden iyileşecektir; ancak doktora gitmek ve 3-5 gün iyice dinlenmek gereklidir. Bol sıvı tüketilmesi de salgıların rahatça dışarı atılmasını sağladığından iyileşmeyi hızlandırır.
Virüs, öksürük ve hapşırma ile yayılan damlacıklarla, ayrıca öpüşme ve tokalaşma gibi temaslar yoluyla da bulaşır. Bu nedenle hasta kişilere temas etmekten ve onlarla ortak eşya (havlu gibi) kullanmaktan sakınılmalıdır. Hasta olan kişi çevresindekilere hastalığı bulaştırmamak için eşyalarını ayırmalı, çok zorunlu olmadıkça dışarıya çıkmamalıdır. Neredeyse her virüste ölme olasılığı (Çok düşük olsa da) vardır. Bu yüzden gribi olabildiğince çabuk atlatmaya bakılmalıdır. Binlerce çeşit grip virüsü olduğu için ömür boyu kalıcı bağışıklık kazanılamaz.

                     Kaynak: http//tr.wikipedia.org

24 Nisan 2013 Çarşamba

Freud & Anne-Çocuk İlişkisi

        Londra’da 1939 Eylül'ün de, hayatının son 16 yılında artık dayanamadığı kanser hastalığının ağrılarına, arkadaşından yüksek doz ağrı kesici ve uyuşturucu yapmasını rica ederek hayata veda eden Dr. Freud; 20. yüzyıl başlarının psikiyatride çığır açan, adı Einstein ile birlikte anılan, insanın bilimsel yöntemlerle incelenmesinde en önemli kilometre taşlarından biridir.
 
       İnsanın iç dünyasına yorucu psikiyatrik yöntemler ve uzun gözlemlerle psikanalizi getirmiş, insan bilinçaltını ve nevrotik yapıları incelemiş, bu konuda dünya çapında bir üne kavuşmuştur. Özellikle “Totem ve Tabu” adlı eseri ile Freud dinsel yaşamları ve dinsel düşünce tarzını nevrotik kişilik yapısı ve törensel toplumsal yaşantıları incelemiştir. Kendisi de uzun yıllar Viyana’da yaşamış ve Yahudi olduğu için sıklıkla üniversite yaşantısında politik zorluklarla karşılaşmıştır. Her ne kadar Yahudi kimliği olsa da çalışmalarında dini ve dindarlığı saplantılı ve nevrotik bulur.
 
       Freud, kişilik gelişiminde bebeklik ve çocukluk yıllarında geçirilen yaşantıların önemini vurgulamıştır. Freud; yaşamın ilk beş yılında geçirilen yaşantıların, yetişkinlik yıllarındaki kişilik özelliklerinin temelini oluşturduğunu ifade etmiştir. Freud, kişiliğin doğumdan itibaren Oral, Anal, Fallik, Latent (Gizil) ve Genital olarak adlandırılan beş psikoseksüel gelişim dönemi içerisinde geliştiğini belirtmiş ve gelişim dönemlerini, bireye haz veren ve doyum sağlayan haz bölgelerine bağlı olarak açıklamıştır. Çocuğun her bir gelişim döneminde karşılaştığı temel gereksinimlere doyum bulması gerekmektedir. Ancak, çocuk herhangi bir gelişim döneminde temel gereksinimlerine yeterince doyum sağlayamaz ve aşırı engellenirse ya da aşırı ölçüde doyum sağlar ve bağımlılık geliştirirse, çocuk içinde bulunduğu bu döneme saplanır. Freud’a göre, çocuğun belli bir dönemde saplantısının olması, onun sonraki dönemlerindeki kişilik gelişimini engeller ve yetişkinlik yıllarındaki kişiliğini olumsuz biçimde etkiler. Onun için, çocuğun psikoseksüel gelişim dönemlerindeki temel ihtiyaçlarının uygun bir biçimde karşılanmasında, ana baba ve yakın çevrenin çocukla olan ilişkilerinin niteliği büyük önem taşır.

           Ve Freud' un özetle demek istediği;
    
Bir insanın gelişmesini bir huni gibi düşünün. Bu huninin tepesine anneden, babadan ve aileden gelenleri koyun, çevresel faktörleri ekleyin, sosyal öğrenmeler, arkadaşlar, hepsi bu huniye dolsun. Bunlar hunide yavaş yavaş karışacak. Ve huninin dar ağzından aşağı doğru akacak.Tam arada, akmaya başlarken, huninin o en dar olan kısmında herşey bulamaç haline gelir. Esas çıkacak şey orada şekillenir. O huninin dar kısmına da Anne – Çocuk ilişkisi denir.

 

Refika'nın Mutfağı

    İlk olarak televizyonda şöyle bir denk geldim, Refika'nın Mutfağına ve ilgimi çekti sonuna kadar izledim. İnternet sitesini takip ediyorum şu sıralar. Çok güzel. Bu nasıl keyifli bir anlatım böyle, çok güzel ve keyifli bir sitesi var. Ordan burdan herşeyden. Bakmak lazım derim.   www.refikanınmutfagı.com
                                   
                                    Evet, Refika'nın Mutfağı "Aslolan yolculuğun ta kendisi"

Defneyle Yaşamak

      Blog yazmaya başlamadan öce sıkı bir blog takipçisiydim. Halen de düzenli olarak takip ettiğim bloglar vardır. Rutin olarak ziyaret ettiğim, bir süre sonra bütün arşivini arşınladığım "Defne'yle Yaşamak' adlı blog vardı. Öylesine aşina olmuştum ki yazılarını okurken bir taraftanda Defdef'in annesinin sesi, tonu, vurguları kulağıma üflerdi. Hele ki fotoğraf gözüne bayılırdım. Bir süre sonra com'a geçmeyi tercih etmişti de sevinmiştim büyüdü hadi bakalım beni neler bekliyor diye. Ama malesef bu tercih yayınlarını sonlandırmayla noktalandı. Gerçekten üzüntüm büyük oldu. Sanki bloglar dünyam da kocaman bir boşluk:) Velhasıl bana ilham olan da kendisidir. Birkaç blog fotoğrafını koyarak selam ederim Defdef'in annesine...
 







 
Blog dünyası insanlık adına güzel bir keşif bence:)
 

23 Nisan 2013 Salı

Çöplük

    Belki de tamamıyla ilk okuduğum kitap ' Çöplük '. Lise 1' e devam ederken edebiyat öğretmenimin zorunlu kitap okuma programıyla tesadüfen elime verdiği çöplük. Bu sayede tanıştım kitapların derinlikleriyle, beni özgürleştiren dünyalarıyla ve böylece gezdikçe gezdim ordan oraya. Çok sevdim okumayı ve bir dahada hiç bırakmadım.
 


 
    Çocukluk bu nedenle çok önemli(her nekadar geç kalmış olsam da) ve öğretmenler de çok önemli, ısrar etmesini bilen öğretmenler. Kızıma bilhassa dikkat ediyorum bu nedenle, bu engin dünya'dan mahrum kalmasın diye. Genelde bu yaş grubunda olduğu gibi o da şu an ilgiyle dinliyor, bakıyor, kendince okuyor.
     Kitapları sevince alışverişleride mutlu ediyor tabi. Özellikle üniversite döneminde ne para yatırdım der dururum kendi kendime. Bunlarda dün görüp şirinliklerine dayanamayıp duruya aldığım güzellikler.
 

 

7. ay günlüğü

     Berrak, 7,5 aylık oldu. Nasıl mı geçti zaman; elime aldığım gün sanki dünmüş gibi zaman zaman da üzerinden asırlar geçmiş gibi.
     Bugünler de meşgul olduğun şeyler;
 
  Ayaklarının kaşifi oldun, sürekli iki elinde ayaklarıntabi çoraplarda biri orda biri burda, ee ayaklar  bukadar sevilirken üzerindeki örtüler durur mu? Geçen geceleri sen bana sor!
   Aynaları pek bir seviyorsun.
   Tatlı yiyeceklere hayır demiyorsun.
   Güleryüzlüsün, gülmek için bahane yaratanlardansın, balonlarla da çok keyiflisin.
   Odamdaki japon fenerine hayransın, bir de duvarda ki eyfel kulesinde ne görüyorsun hep onunla gülüşüyorsun sana ne hissettiriyor bir bilebilsem. 
   Unutmadan, bir de beni çok seviyorsun.
   Dişlerin hele o iki dişin...

22 Nisan 2013 Pazartesi

Kısaca bu sabah

      Sabah, kapıda ayakkabılarını giyerken;

D* - Anne, sen kardeşim küçük olduğu için mi işe gitmiyorsun?
A* - Evet kızım.
D   - Kardeşim yürüyünce mi işe başlıycaksın?
  - :) Evet kızım.
  - Kim bakıcak ona, ben bakıyım anne!
A   - :)
  - Ama okulum ne olacak anne. Ben okula başlıycam ya.
  - :) Kardeşine anneannen bakıcak kızım.
D   - Onu çok özlerim anne...


* D: Duru
* A: Annesi



Hayat Bir Çocuğa Nasıl Anlatılmalı?

      Bu eşsiz yazıyla beni ilk tanıştıran teyzemdi, eşsiz teyzem. Bu günlerde bir kaç yerde denk gelir oldum, sevindim birçokları okuyabilecek diye ve not aldım blogumda da olmalı diye. "Hayat bir çocuğa nasıl anlatılmalı" sadece çocuklara değil içimizde hep kendi çocuğumuzuda gezdiren biz büyüklere de ithaf niteliğinde bence.

Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı 'insan yetiştirmek' olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın. Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını...
Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...
Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona. Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini, kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu.
Gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret.
Kitaplardan keyif almasını.
Ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp da kendini yönlendirmeyi bulmasını.
Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla.
Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine...
Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona.Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret.Alın terine saygıyı öğret ona.
Aşk acısı çekmenin hiç aşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret.Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret,başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı...
Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret.
Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.Hayatı sorgulamayı öğret ona...
Bilginin en büyük güç olduğunu öğret.Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.
Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret.
Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı...
'İstemiyorum', 'hayır' demeyi öğret ona, istediğinde ise 'istiyorum' demeyi.
Sevdiğinde ise 'seni seviyorum' diyebilmeyi öğret ona. Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını...
Sorgusuz sevmeyi...
El yazısı ile notlar yazmayı...
Lafı dolandırmamayı...
Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona.
Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını.
İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret...
Ama en çok da kendini sevmesini öğret...
Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini...
Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini... Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...
Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...
- Aylin Kotil


Bu çerçevede;

1-) 23 Temmuz 1939 yılında ülkemiz topraklarına katılan ve bu nedenle de stratejik ve jeopolitik büyük öneme sahip olan Hatay ilinde, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne ait Ocak 2012 verilerine göre 1974 kişiye toplam 3,722,824,00 m2 olan 1320 adet parsel satıldığı gözükmektedir. Hatay ilinde yabancılara satılan bu parsel artışının sebebi nedir?

2-) Bu verilere göre Hatay ilinin toplam 5,566,000,00 m2 lik bir alana sahip olduğu belli iken, bunun 3,722,824,00 m2 lik kısmı yani yarıdan fazlası yabancılara neden satılmıştır? Bu alanların satışları ülkemizin güvenliğini tehlikeye düşürmez mi?

3-) Hatay ilinde satışı gerçekleştirilen bu alanlardaki dikkat çekici artış toplam alandan yollar, parklar, kamu alanları ve ormanlar düşüldüğünde daha vahim bir tablo içermektedir. Bu tabloya göre Hatay ili yerleşim alanlarının yüzde kaçı yabancılara satılmıştır? Bu satışlar sonucunda Hatay ili toprakları yabancılara peşkeş çekilerek ikinci bir Filistin olmaya aday değil midir? Devlet anlayışı sadece ülke ve insanlarının çıkarlarını gözetmeyi gerektirirken, ülke topraklarını haraç mezat satarak iktidarınızın çıkarlarını gözetmek ve Hükümetin yanlış politikaları sonucu oluşan bütçe açığını kapatmak ifade ettiğiniz “Lider ülke”, “Büyük devlet” anlayışına sığar mı?"

http://haber.gazetevatan.com/hatayin-yarisindan-fazlasi-satildi/486793/1/Manset#.UHiMDFGPPSh

 

Beyaz

            Beyaz diyince saflık, temizlik diye başlanırya söze çünkü algıya o yerleşmiştir, aynı zamanda bir boşluk, bir doldurma isteğidirde. Aydınlıktır, iç açıcıdır. O da bütün renkler kadar en güzeldir. Manevi bir renktir; temsil ettiği şeyler vardır. Yanına her rengi yakıştırır, her rengi öne çıkarır, bütün renklere girer hepsini tonlarca tonlandırır. Üzerinde taşıması ayrı güzel evini taşıması ayrı güzeldir zannımca.
            Buralara aşağıdaki fotoğraf hasebiyle gelmiş bulunmaktayımm:) Bunları söyleten zevkime hitap eden bu fotoğraf. işte özeti.



Woolf'a kulak verince

                Woolf' u dinliyorum. Sakin anlar yaşamak adına, bol bergamut kokulu çayımı ve notlarımı aldım biraz kendimi dinliyorum biraz da müzik.

21 Nisan 2013 Pazar

Yaz

                                                      Eeee artık yaz mecbur gelicek:)



Ortadaki ayıklanmış ayçekirdeği. Bim de çok uygun fiyata, artık duru'ya ayıklama derdine son.

Virginia Woolf

       Virginia Woolf, sıradışı bir yaşam. Adının karakterini bile seviyorum.
     Kaleme aldığı "Kendine Ait Bir Oda" isimli kitabından küçük bir nasihat.

       "Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın".

20 Nisan 2013 Cumartesi

Beğendiklerim "Vol 2"


        Englısh Home, Bernardo, Esse, Cath Kidston her biri de mükemmel, naif tasarımlar. Sıra size de gelecek:)